Yaşamak Üzerine Sayıklamalar

1.

yaşıyorum. bunun bir bahanesi yok.
zaten beyhude cümleler kurmaya boyum yetmiyor
sen belki vakitsiz gidersin diye sakladığım tüfenk
ben tam vaktinde gittiğimden beri tutukluk yapıyor.
böylece eğri oturup matah şeylerden konuşuyorum yalnız
yumuşak harflerden
yetzirahtan genesisten tekvinden
ısrarla silkinip kendine gelenlerden
soruyorum: hiç politeist mahallesinde kitsch satmış mıyım
suya ıslak/ateşe kuru dediğimi biriniz duymuş mu
tuzumu yoksa benden başkası mı kurutmuş
hepsi fasarya.
yüzüme niçin aval aval bakıyorsa padişahınız
sizi o yüzden kıtlıkta bıraktı sevgili yüce tanrımız
evladınız majör kıtlık zamanı bu dünyadan göçtü
bir yugoslavya balkanlar’da! derlermiş, çöktü
ama banane bütün bunlardan. benim
padişahınızdan tek bir yudum bahşım bile yok
ne bir foton ne fortissimo
ne de mahir bir urgan.
kendine asla haiku şefkatiyle yaklaşmayan
hâlâ yığma duvarlar karşısında tıfıl bir adam
karşısında biraz çaylak kalıyor güzgülerin
ne kalkülüsten anlıyor ne felsefeden
unzurna ile rainayı hep birbirine karıştırıyor
neye mâl olursa olsun
uyuyor gece oldu mu efendi gibi
yüzünü her sabah böyle tırpanlamak
işine geliyordur belki.
işime gelmese de aklıma eski
bir başka hayat kadar eski günler gelince
bakıyorum, yıl hazar’dan sonra yirmi yedi
çadırımdan maxima liberte türküleri çağladı mı
dostlarım da bana endişeyle bakıyor
naçar başım tam yirmi yedi yıldır ağrıyor benim
ne güzel işte! karaborsa elendi.
tüfengim hâlâ tutuk sayende
çünkü sana her baktığımda defa binlerce
kucağıma başka bir öksüz verilen çocuklar bile büyüdü.
hiçbiri artık tren taşlamıyor mesela
hiçbiri üzerimi dikenli tellerle örttüğün
gecelere kahretmiyor artık senin.
bıktılar yani büyüdüler yani
yalnız matah şeylerden bahis açıyorlar
yumuşak H harfinden humma gibi ve kendilerinden
taviz vermeden dolu dizgin ve
arada bir kulağıma eğiliyorlar:
tüfengin hâla tutuk diyorlar adam senin
nerede bir şeyleri eskitmeden sevdinse
oraya hiç geri dönmedin
allah aşkına dön diyorlar.
oysa ustam bana prehistoriada
bir rüya aleminde, hülyâ ya da
o tüfengi muhakkak yağla ve
bir güldüysen iki ağla demişti.
fakat önce yaşadığım şehrin fethedildiği yıl ile
yaşadığım apartmanın kapısı arasındaki
esrarengiz ilgiyi çözmem lazım gelirdi
kollarımı bunun için sıvadım ben de.
bugün bir kaburgam çemberlitaş’ta çelenktir diye
öbürüne kuzguncuk’ta lavanta sarıp satıyorlarsa
ortalarından akıp giden şehir elbette alınacaktı
isevi ellerinden, yıl isa’dan sonra
bin dört yüz elli

üç


2.
bir sonrası varsa öncesindedir yaşamın
yaşadıysam ne incir sütü
ne de kelepir saplantılar için yaşadım.
hiçbir zaman göğüs hizamdan yukarıda tutmadım yaşamayı.
bana sapasağlam bir atalet sağlayan
kaşınan yerlerimi ben parçalamadan sağaltan bunlar değildi.
berduşların vallahi son kadehlerinden bir yudum
kokoşların sevdiği billahi ilk adamlardan birer öğüt alarak
cesaret buldum yaşamaya
böyle döndüm panik nöbetlerinden
dönmeye şayan tek yer de buydu zaten.
bir tek kılı kırk kez yarıp başıma
akıl diye aldığım selikânın saati lehime işlerken
uykuya/her soluksuz uykuya
korkunç töhmetler altında dalarken
keder mezatları kovalarken gözde metruklarında şehrin
dünyaya sımsıkı tutunmayı öğrendim.
başka ne gelirdi ki elden?
geceleri kasabamda kır atıyla kimse gezmiyorken
ayaklarım dinç kaideler üzerinde idiyse
cümle şirpençem de yüksekteydi benimle
irtihale ayak diretmiyorum.
tek bir bedduadan başka bir şey kalmayınca ezberimde
gayrı nasıl üşünür, onu çağırıyorum:
‘’can derdine düşesin, çıkaran da olmasın.’’
buğuzla bu kadar işte. yaşıyorum.
hiçbir mazeretim yok
ruhumu bilabedel niye daldıracakmışım
bunca bulanık birinkintiye?
fallarımda kara sevda çıktıkça daha yaşarım ben
özlenmiş ev gibiyim kendimi çiğner aşarım
bulaşırsam otoyol gişeleriyle bir kan davasına yeniden
ancak sana gelmek için bulaşırım demişliğim vakidir.
bütün gündüz düşlerim matbu.
tentelerde biriken su benim
çarşılara ve tarihe olan borcumdu
ödedim. artık alacak verecek kalmadıysa ortada
alacakaranlık verecekaranlık anlamam
gitmeliyim. gün doğsun diye bekleyemem.
canıma minnet değil salon sakinlerince
canımın peyderpey koparılması
komplimanlar hepten yalan-elektron dolanık.
ya auf wiedersehen ya allahaısmarladık.
ben kalırsam eğer cümleler de yavan kalır benimle
maazallah. nurlar içinde ve iyi ki buradaydınlar
sana ölmeden evvel son bir kez dahalar
olmasa ne yapacaktık?
hangi inatla dayanacaktık bunların soysuz iktidarına
yalnız bir selâ okunurken beden bulan üzbeler
belli ki çıkamazlardı hiçbir yarına.
fakat yarın ne ki bugün ne?
tek bir bedduadan başka hiçbir şey ezberimde:
‘’can derdine düşesin, düştüğünle kalasın
seni kaybeden varsa cehennemde arasın.’’
artık cesedinden daha dingin kimselerle

köşeler kapmaca zorunda değilim.
hangi köşeden dönsem yine kendim

kapmış bütün köşeleri hayta, aferin
paris yağmalanmış
cezayir’den uzak asya’ya dek
sırrımı bilen herkes damgalanmış yeryüzünde.
dear god! iki asra yaklaşmış sen öleli
herkes asil naaşından bir parça yemiş
yoksa nasıl var olacaktı demokrasimiz?
üstüne üstlük mezatlardan aldığım bütün kederi de
şarkıda binilse de gelse denilen atlar yemiş
hepsini vurdum ben de. başka yolu yoktu.
sonra bana yakışanı yaptım, gittim uyudum.
unuttum ezberimdeki o eşsiz cevherleri
sonra dünyaya
sımsıkı
tutundum…………………………AMA,
en çok ağrıyan
yeriymiş
tutunduğum. 

………………………………BİLMEDİM.


3.
gerçi dünya işte böyle uzun uzadıya küskün

durma dünyasıdır demişti
yüzünü hiçbir yöne dönmeden sokakta
ucuz çiçekler satan
uzun etekli acuze.
ben herhalde bunu duyduğum gün temize çıkmıştım
temize çıktığım gün onlara
pis olmaktan muradım neydi anlatmıştım.

temize çıkıp baktım. temiz
bana öptüğüm hiçkimsenin anlattığı kadar temiz değil.
yüzler burada yüzleştiğim her şeyin
bir korkunç terkibine benziyor
allah’ın yarısına inanıp ekmeğin hepsini yiyorlar.
bir süzdüler mi şöyle anlıyorlar
hangimiz şairdir hangimiz sihirbaz
hayır! hiçbiri dövüşmekten anlamaz bunların
buraya kadarki bütün serüvenleri mazbuttur
hiç korkmayın. sağ salim varacaksınız
kuzeyinde hep sibirya olan yerlere
varsın olsun
ben de ellerimi sıcak cerahatle yıkarım.
sanki iki tane fidan içten içe üzülünce
vaz mı geçeceklerdi bahçayı talan etmekten
karnıma her halükârda ateş dolmayacak mı
yarana yaman bir yabancıysa yarin
yokluğum yoksulluğu yoklamayacak mı en sonunda?
işte bir cevap verebilmek için buna hakiki
en başından beri hep orada olan nostalgia
artık hayatında bir sovyet rusya kadar vardır
bir ss subayı kadar kazanmıştır kırk beş sonbaharında.
herkes gibi tek başınasın

bir yaz senin üzerinden göçtüğü için turnalar
sen hep kendini bir yaz mevsimi sanacaksın. biliyorum
hazdan/gizden bir insansın.
etten kemiktenliğin çürüyeli çok oldu
en sağlam dişlerin ve
en güzel günlerin bile artık
benim birleşik devletler’e olan sevgim kadar yok.
içimden bir ses
bir gün ellerinde bir tek gözbeyazınla
kalacaksın diyor
adı yirmi dokuzdan on beşe düşmüş meydanında şehrin.
ben hep gözde metruklarında
sen hep çok uzaklarında olduğun sürece
yaşayacağım. sakın beni hatırlama.
çünkü hâlâ nerede bulacağımı bilmiyorum
tüfengime biraz barut biraz yağ
otoportreme bir çerçeve, nedamet
azıcık hayâ. hikmetinden
sual olunmayan rabbimin
farklı fanilerce tasviri, beni
arkamdan hayali şeylerle vuran katilin
izini sürmeye sürükleyince
anladım, yaşamak siftinmekmiş.
artık tek bir feryat bile etmeyeceğim
münacata hiç lüzum yok
beni
bildiğin gibi
doğurabilirsin.

4.

yaşıyorum ve buna devam edeceğim.
nakil mezarlardan kalan uyluk kemiklerini
tekinsiz kimselere satıyorum diye
katiyen suçluluk hissetmeyeceğim doğrusu.
daha eskiyim bütün bezginliğinizden
aslında tüm söyleyeceğim buydu
beni geçim şeklimle tenkit edenlere.
mesela beynelmilel casusluk hiç bana göre değil
çünkü mostar’da bir boşnak gibi ölemem örneğin
düşümü türkçe görürüm daldığım siestaysa bile
muallimlik yapamam
altı üstüne getirilmiş bir vatanın altından üstünden
noktalanmış bir tarihin yiğitlerinden kime ne
anlatmam.
akçemi ancak ölülerden kazanırım.
lakin hepsi ben yaşıyorsam olur
bırakamam. ölüm şıksa da
mazruf bir andıç gibi yaşıyorum, bu daha şık.
hiçbir ahdim kalmadı tutulmayan.
gönlümce kır sefâlarına çıkıp
dilediğim kelleyi uçurabilirim artık
değil mi? bütün dermelerden çatmalardan
kaçıp kibrimin koynuna gireceksem yine
sualimi mazur gören
karac’oğlan cevaplasın:
erenlerden aldım eller                     eller gider sen kalırsın
ama vaktin geldi derler            derler kendin’ zor bulursun
bu dünyadan göçen erler           karac’oğlan nerden bilsin
karac’oğlan nerdelerdir?                  nerdelerse ordalardır.
bunu bilseydim eğer
penceremdeki menekşe
hiçbir zaman kurumayacaktı.
belki sana ölmeden evvel son bir kez daha
her neyse. bağırıp çağırmak güzaf
zaten vehmimdeki çarçurluktan uzağım
bunu yavruyken düşlediğim sefirlikten
mahrum kalışıma telafi sayarım
olur biter. kartvizitim burada kalsın
uyluk kemiği lazım olursa ararsın
sana ölmeden evvel son bir kez daha
hayır. istediğini vermem.
ucuz çiçekler koklamasam da
yüzümü hiçbir kıbleye dönmeyeceğim ben de.
ama nefsimle bir raks daha eyleyeceksem eğer
erbaneyi süt kardeşim yunus çalsın:
ah kardaşım bir bak bana          bana denmiş yunus emre
ver aşkından bu âdeme             âdem desen tek bir zerre
bana derdim’ veren yara               yara dedin kardaş yara
bir açılır bir kapanmaz                aşûk isen hiç kapanmaz.

kapanmasın diye en özge kapılar dahi
altına takoz olmaya gönüllü değilim.
ışıklar diyarına yaptığım seyahatler
bana bercesteiruhimücerret katsa da biraz
artık karanlıktan daha çok korkuyorum sayılır.
loş ve kuytulardayım bu en güzeli.
alçak bulutların zihnimdeki tortusunu
bir şeyin diğerinden daha doğrusunu tahkik gibi mesailer
haneme fazladan bir romatizma koyabildi en çok
o yüzden kant’a ziyadesiyle kırgınım
ve yoruldum esrimekten.
değil mi ki rivayetse
rivayettir okuyacağım
üzerim kansa
inattandır.
sana ölmeden evvel
son bir kez daha
söyleyecek
hiçbir
şeyim
yoksa
eğer
SEN
tüfengimin
son marifetiyle
kendine kıydığındandır.
BEN HÂLÂ YAŞIYORKEN.


Ahmet Hazar Ertaç 10/23