L'étranger

ağlayınca
gözlerinden safran terleyen birkaç mendebur
bihakkın saklandığı hâlde yakalayıp kardeşimi
göğsüne zorla bu kelimeyi kazımış.

görseniz kazımak ne kelime

aftlarım izin verse hani

şöyle dolu dolu büyücek ağızla

dağladılar diyeceğim.

ama görseniz ya bir

su ve ardı sıra kan toplamış ve

adını sanını bilmediği bir çiçek görmüş toplamış

kazınan bu kelimeyi sıkıca vurgulasın diye.


oldur ki o gün
yunma günüme denk gelmiş olmalı.

çok eskilerden tabiatımdır

anneler kanun celbiyle ve
medeni hukukun boşluğuyla

yunaklardan çekildi çekileli
yedi günde bir yedi ayrı ağızdan çıkan
ruhobur tükürüklerle yunarım kendimi.
her seferinde postum biraz daha köselenir

ancak beni başka türlüsünün arıtmayacağına
bildiğim bütün dillerde ikna edildiğimden
razı geldim asidik bir acının ekşimiş tadına.

ikna olamayıp razı gelemediğimse o gün
kardeşim beni acıyla ünlediğindeki çıplaklığım
birazdan yunacak olmamdan mıydı 

yoksa o sıcakta hırka giyen sevgilim
omzum için 

Sisifos omzu diye yakışıksız bir tabir
uydurduğundan mı soyunuverdim hızla,

nerden bileyim

hatırlıyorum ve kâniyim desem şimdi
yalan olur.

öyle üpüryan inmedim desem sokağa
kardeşim beni acıyla ünlediğinde
kaygıyla

yalan olur.

olur olmasına 

ama bu ilk yalan olmaz söylediğim
kendim hakkında.

kardeşimin kır düğününde elime tutuşturulan zili
cebime sokuşturulan fırfırlı mendili
yakama iliştirilen kurdelayla birbirine bağlayıp
hiçbir ölünün arkasından şimdiye dek

yaşamak sevinci duymadım demiştim
yalandı mesela.

kardeşim beni acıyla ünleyecek olursa bir gün
hazırdı bütün acil eylem planlarım güya:

sokağa tekmil inecek olmanın türevini alıp

merdivenlerden doksan derece tanjant dahi inmiştim.
Aras doğduğunda hiç ağlamadım demiştim
elim boş dönmedim hiç arastalardan. 

taş çatlasa beş dakikaya geçerdi çarpıntım

bir bildiği muhakkak vardı
bana gözlerinde olanca pırıltıyla
ılıman bir ölümden söz açanların.
bütün bunlar ciddi kürsülerde muzip alimler tarafından

kuyruklu mu kuyruklu yalanlar olarak tasnif edilecek.
benimse buna hiçbir dişe değen itirazım yok
ve olmayacak.
yalnız
bir sevecen okşanışın
binbir bıçılganı eksiksiz sarışı ve

annemin tam kırk yıl sonra şehre

tam kırk yıl sonra diyorum şehre
bavulunda sabun bezleriyle gelişi

müstesna.


oldur ki o yüzden
beş yüzlük banknot taşımıyorum

ve kardeşim beni acıyla ünlediğinde sokağa

üpüryan, apaçık
bir bozyılan gibi iniyorum.

beni öyle gören seyyar hurdacı
birkaç yıl önce aldığı karara binaen
gözlerini yumuyor

ve bundan sonra sana
öyle üç beş eskimiş kelime karşılığında
yepyeni plastikler ve bakırlar yok diyor.

sigarayı dal hesabıyla sattığı için 

yüklü bir ceza yiyen bakkal

defterinde adımın yazdığı kısma gelip

kocaman bir çarpı çiziktiriyor.

camgüzelleri kuşku dolu
fırın arka sokakta olduğundan fırıncı 

henüz rastlamadı bana
o yüzden aklı hâlâ
daha bu öğlen ekmeğine saplanan zamlarda.
her şey, her bir şey benimle münasebetinden
artakalan melezliğiyle parlıyor.

benimse utançlarım muhakkak 
bunların dışında utançlardır.

sonra
hurdacı gözlerini açıp

ikindiyi kazaya bırakmaya karar veriyor ve

benimse çirkin huylarım arasında

yaralarımdan utanmak yoktur.

ne kardeşim kalbi meşgul bir cinsilatif sevdi diye
sol kasığıma giren kelebeğin yarasından
ne de kalbi meşgul kimselerce yıllar boyu
kayışa çekilip yaralanmaktan
gocunmadım hiç

iftihar da etmedim öte yandan.

işte çıplaklığım tam da bu yüzdendir.

üzerime bir esvap geçiştirmeye
yırtıp onu söküştürmeye
vaktim mi yoktu sanıyorlar
vaktim vardı.

bana bir esvap dikmek için gelecek
terziler mi gelmedi sanıyorlar,

terziler hep geldiler.
ceplerimde beş yüzlük yok diye
üç dirhem kuruş da mı yoktu
hayır, oldum olası gönç idim.

lâkin ben bu sokağa çırılçıplak inmesem

ben bu sünepe hurdacı, bu dangalak bakkal
tıntın kayışçılar yüzünden
sevmekten vazgeçsem bir gün
güzelliğine günölülerinde ağladığım şehir
nasıl meşru kılınacak?
cehennemde tüylerini yolup
bana insanlarla postalayan şeytan
hangi birimizi ayartmak için zahmet buyuracak
o saatten sonra?
her kılcalım mütereddit yüzünüzden
geçiniz yüzünüzden

geçeyim yüzünüzden hışımla

geçilsin
karnım çoktandır tok bunlara.


işte oldur ki kardeşimi
vitraylı barok pencerelerden sızan
müreffeh günyüzleri değil
ben kurtardım
buna ne kadar kurtarmak denirse artık

elindeki çiçeğe bakıp
begonvil dedim
elindeki çiçek begonvil
çiçek begonvil elinde
ve göğsündeki ilk dövme: L'étranger.


Ahmet Hazar Ertaç
7/22